1.KİTABIN KONUSU : Hikayenin sosyal bozulma olarak
değerlendirilecek küçük bir anekdotta, yalıda çalışan ve çalışmak için
alınan hizmetkarların hırsızlık yapmalarıdır. Hatice Hanım’ ın yüksek
ökçeli ayakkabıları bu anekdotun hikayenin başında ortaya çıkmasını
engellemiştir. Batı hayranlığının timsali olan yüksek ökçeli ayakkabılar
ne zaman terkedilmiş o zaman da yalı içerisinde görülen diğer
aksaklıklar Ömer Seyfettin’in üzerinde durduğu önemli temalar haline
gelir.
2.KİTABIN ÖZETİ :
Ömer Seyfettin bu hikayesinde Hatice Hanım
karakteriyle Batı hayranlığını, şekil üzerinde uygulamaya çalışan bir
kadın tiplemesinden faydalanarak dile getirir. Tanzimat Edebiyatı’ nda
sıkça işlenen bu konu Ömer Seyfettin’ de bu hikaye ile devam eder.
Hikayenin sosyal içerikli diğer bir konusu da izdivaç olayındaki
çarpıklığın dile getirilişidir. Devrin getirdiği sosyal yapılanma
kadınların genç yaşta ilerlemiş yaştaki erkeklerle evlendirilmesine
zemin hazırlıyordu. Hatice Hanım’ da on üç yaşında iken altmışaltı
yaşında zengin bir ihtiyarla evlenmiştir. Hatice Hanım bu izdivacın
sonunda erkeklerden nefret etmeye başladığı görülür. Eşinin ölümünden
sonra da bir daha evlenmemesi bu tepkinin sonucudur.
Hatice Hanım’ ın batı hayranlığı yüksek ökçeli
ayakkabı merakıyla dile getirilir. Bu merak Hatice Hanım’ ın
rahatsızlanmasına da sebep olmuştur. Devrin bu çarpık merakı Ömer
Seyfettin’ in kendi kaleminde şekilcilik boyutuyla kendi uslubuyla dile
getirilir.
Bu çalkantılarda zamanla etkilenen Hatice Hanım’ da
artık gözünün görmediğinden vicdanım rahat düşüncesi ile eski hayatına
tekrar geri döner.
DÜNYANIN NİZAMI
Hikaye genç bir kızın ağzından anlatılır. Genç kız
kocaya varmadığını düşünmediğini aynı zamanda da erkeklere tavır
takındığını dile getirir. Bu kinin belirtisi olarak da bahçelerinde
besledikleri horozun tavukları rahatsız ettiği için öldürmekle gösterir.
Ancak horozu öldürdükten sonra tavukların düzeni bozulur. Kısa bir süre
sonra horozun tavukların düzenini ,birlik ve beraberliğini sağladığının
farkına varır. Tavukların nasıl horoza ihtiyacı varsa kadınlarında
erkeğe ihtiyacı olduğunu anlar. Bunun dünyanın nizamı olduğunu kabul
eder. Artık o da dünyanın nizamına uyup evlenmesi gerektiğinin farkına
varmıştır.
TAVUKLAR
Hikayede Ömer SEYFETTİN Anadolu’nun ücra bir
köşesinde handa geçirdiği bir günü dile getirir. Hancı ve kahraman
hikayenin belli başlı karakterleri olarak karşımıza çıkar. Ömer
Seyfettin ‘in hikayede hanın içini görsel bir betimleme ile okuyucunun
gözleri önüne sermeye çalışır. Tavukların davranışları Ömer Seyfettin’in
gözünde canlanır. Düzgün hareketleri ,görünüşleri Ömer Seyfettin’ i
etkilemiştir.
Hana her girişinde tavukları insanlardan
korkmayışları belli bir yerde yiyecek verilecekmiş gibi toplanmaları
onun muhayyilesinde akıllı insanların yaptıkları ile özdeşleşir.
Kısa bir süre sonra tavukların bu düzenli
davranışlarında hancının hiçbir etkisi olmadığını öğrenmesi ve hancının
tavuklara sürekli yiyecek vermediği söylemesi üzerine tavukların sürekli
bekleyiş içinde bulunduğunun farkına varan kahramanımızın şaşkınlığı
bir kat daha artmıştır.
BAHARIN TESİRİ
Hikaye eski bir İstanbullu’ nun ağzından anlatılır.
Bu zat arkadaşının verdiği bir çay partisine gider ve çay partisinde
gördüğü bir kadına aşık olur. Evine kapanır, ona göre kadın sanki
dururken sönmüş bir lamba gibidir.Arkadaşı onu ziyarete geldiğinde
aşkını ona anlatır. Arkadaşı bunun bir bahar aşkı olduğunu gelip
geçeceğini söyler. Soğuk bir ortamda yaşarsa yani bahardan uzak kalırsa
aşk zannettiği bu tutkunun söneceğini söyler ve hikayenin kahramanı
soğuk bir yerde on gün kalır. Gerçekten de arkadaşının söylediğinin
doğru olduğunu anlar.
ÇİRKİNLİĞİN ESRARI
Hikaye genç bir kızın yaş farkına rağmen
umarsızcasına sevgi çırpınışlarını dile getirir. Genç kızın sevdiği adam
yalnızlıktan hoşlanan yaşamında şimdiye kadar kadına pek fazla yer
vermeyen bir tiptir. Ömer Seyfettin bu sevgiyi dile getirirken genç
kızın düşüncelerini ve aşka bakışını da gözler önüne serer, kahraman her
ne kadar yalnız kalmaktan hoşlanıyor görünse de genç kızlarla yalnız
kalmanın aslında mutluluk verici olduğunu dile getirmekten de geri
kalmaz. Özellikle Şuhude’ nin odaya girişi, güzelliği kahramanımızı
etkilemiştir. Ancak bu etkilenmeyi dile getirebilecek kadar cesaretli
değildir. Ağır başlı ve vakarlı davranmaya çalışır. Şuhude ile
aralarında başlayan konuşmalar uzadıkça kahramanımız Şuhude’ nin
kendisine aşık olduğunu itiraf etmesiyle birden karşı taarruza geçer ve
kızı kendinden uzaklaştırmaya çalışır.
Şuhude o zamana kadar yaşadığı ada halkından Tevfik
Çeşban tarafından istenmiş yakışıklı, zengin ve aynı zamanda genç olması
Şuhude’ nin onu reddetmesini sağlamıştır. Bu noktada kahraman kendini
aşık olunmayacak kadar yaşlı ve çirkin göstermeye çalışır. Şuhude’ nin
güzelliğine asla yakışmayacağını düşündüğünden ondan kaçar. Kahraman
Şuhude’ nin fiziki özelliklere gerçekten de önem vermediğini
anlayabilmek için onun ada da en pis ve en yaşlı olan çirkin kral Ali
Bey’ le de rahatlıkla yaşayabileceğini söylemesi Şuhude’ yi kendinden
uzaklaştırır. Ancak böyle bir güzelliğin de çirkin bir insana ait
olması, kahramanın aşk denilen kavramın ne olduğunu gerçekten
sorgulamasını sağlamıştır.
AŞK VE AYAK PARMAKLARI
Ömer Seyfettin bu hikayesinde aşka ve insanlara bakış
açısını Asime Hanımefendi’ nin ve Hasan’ ın ağzından yazdığı iki
mektupla dile getirir. Asime Hanımefendi’ yi aşkın gerçekte ne olduğunu
anlamayan bir karakter olarak gösterir. Hasan’ ın ağzından yazdığı
mektupta kadına ve erkeğe bakış açısını görmek mevcuttur. Hasan’ a göre
erkekler belirgin hayvanlarla özdeştir. Örneğin; arslan profiline sahip
birinin arslan karakterine, eşek profiline sahip birinin inatçı olması
gibi. Hasan bu noktada hayvanlarla özdeşleştirdiği erkeklerin aslında
onlardan bir farkı olmadığını dile getirir. Kadınlar da Hasan’ ın
gözünde pek farklı değildir. Onlara da hayvan profilleri yükleyip
karakterlerini belirlemeye çalışır. Aslında Hasan’ ın yaptığı şey
gerçekte insanların aşkın ne olduğunu tam anlamıyla çözemediklerinden
şikayettir.
Hasan’ ın bir zamanlar Asime Hanım’ a duyduğu aşk onu
tam anlamıyla tanıyamaması geçen zaman içerisinde de Asime’ nin gerçek
karakterini çözümlemesi ile ondan uzaklaşır. Hasan’ da Asime Hanımefendi
de buldum zannettiği aşkı bırakıp arayışına yeniden geri döner.
TUĞRA
Hikayede, kahramanın, bir meyhanede oturarak yaşamı
irdelemesi dile getirilir. Kahraman günde on iki saat çalışan paraya pek
fazla değer vermeyen biri olarak tanıtılır. Meyhanede oturarak
kadınlara olan ilgisini, yaşamında kadın olmayışının eksikliğini ve
maddiyatın insana gerçekte bir şey kazandırmadığını dile getirir. Tuğra
yardımıyla maddiyatın eleştirisini, değersizliğini gözler önüne serer.
BİRDENBİRE
Hikayede Ahder ve Yumuk adlı iki kadın karakter
yardımıyla yaş farkına rağmen aşk kavramının irdelenişi dile getirilir.
Aşk onlara göre bir zümrüt-ü anka yani masaldır. Aşkın ne olduğunu
dünyada kimse öğrenememiştir. Aşk şairlerin terennümlerinden ibarettir.
Ahder hayatında yaptığını zannettiği hataları genç
olan Yumuk’ un da yapmaması için bir nevi aşk öğretmeni gibi davranmayı
ihmal etmez hikaye boyunca.
NEZLE
Masume Hanım otuz dokuz yaşında genç görünümlü
duygulu bir kadın olarak tanıtılır. Hikayede çarpık izdivacın sonuçları
yine gözler önüne serilir. Diğer hikayelerden farklı olarak Masume Hanım
erkeklere karşı tavır takınmayıp genç, güçlü bir erkekle tekrar
evlenmek ister. Günün birinde on dokuzundan arabaya bakan hizmetçisi
Himmet gelir aklına bir kır gezisinde arabacısına sorar: “Şu ahırın
oradaki ineği öküzün şerrinden kurtar.”der. Himmet: “Öküz ineği üzmüyor,
koklaşıyorlar.”der Masume Hanım bir türlü ilgisini çekemediği Himmet’ e
arabayı mesire yerine çekmesini söyler ve kurduğu hayalinde artık
yıkıldığının farkına varır.
TÜRKÇE REÇETE
Ömer Seyfettin bu hikayesinde, yanlış batılılaşmayı
Belkıs Hanım karakteri ile ortaya koyar. Belkıs Hanım hikayede zengin
bir dul olarak tanıtılır. Sık sık rahatsızlanması dolayısıyla Doktor
Şerif’ i çağırdığında ondan hastalık dışında magazin, eğlence, aşk,
kadınlar hukuku, Avrupa Kadınları, yaşamları vs.hakkında bilgiler alır.
Bu konuşmadan sonra Belkıs Hanım iyileşir ama doktorun gideceği zaman
tekrar hastalanır ve ondan reçete yazmasını ister. Doktor Türkçe bir
reçete Yazarak Belkıs Hanım’ a verir. Belkıs Hanım bu noktada Doktor
Şerif’ in Avrupa eğitimi almasına rağmen böyle bir reçete yazmasını
başlangıçta yadırgar. Doktor reçetede Belkıs Hanım’ a eğlenceyi, lüksü,
modayı ve Avrupai Yaşantıyı tavsiye eder. Hikayede Doktor Şerif doğru
bir batılılaşmanın gerçek bir timsali olarak üzerinde sıkça durulan
diğer önemli bir kahramandır. Doktor Şerif batı eğitimi almasına rağmen
kültür değerlerini yitirmeyen sağlam bir tip olarak tanıtılır.
TERAKKİ
Ömer Seyfettin bu hikayesinde Niyazi ve Neşet
yardımıyla toplumda görülen medeni ilerlemenin farklı yönlerini dile
getirir. Niyazi ve Neşet duvarları kağıt kaplı odada oturmuş sigara
dumanları içerisinde medeniyetteki ilerlemeden konuşuyorlardı. Kısa bir
zaman önce telefonun, elektriğin, sinemanın, otomobilin, gramofonun
olmadığından bahsediyorlardı. Bütün bu gelişmelere şimdi sahip
olunmasına rağmen pahalılıktan yakınıyorlardı. Paranın hiç bir
kıymetinin kalmadığını düşünüyorlardı.
Niyazi ile Neşet medeniyetteki ilerlemeyi böyle
eleştirirken dışarıdan gelen sesle birlikte dilencinin bambaşka bir dem
vurduğunu gördüler dilenci de kendine göre artık dünyanın değiştiğini,
merhametin kalmadığını, insanlık denen şeyin sona erdiğini dile getirir.
Herkesin eğlenceye düşkün olduğunu ifade eder. Niyazi ile Neşet bu
durumu şaşkınlıkla seyreder. Dilenciyi hem küçük görürler hem de filozof
ve sosyalist olarak nitelendirirler. Sekiz on sene evvel bunları bile
söyleyecek müderrisin olmadığını belirterek yaşadıkları zamanın ne kadar
da farklı olduğunu ortaya koymaya çalışırlar.
BOYKOTAJ DÜŞMANI
Mahmut Türkçe konuşan ancak kültür değerleri
bakımından Rum olduğuna inanan, Türkçülük cereyanının yükselmesine ve
azınlıklardan alış veriş yapılmaması için Türkçülerin yaptığı boykota
sinirlenen bir gazetecidir. Mahmut hikayede Türkçe ile Yunan edebiyatı
yapmaya çalışan bir karakter olarak da gözükür. Yeniden İstanbul’ da
Bizans’ın dirileceğine inanmış edebiyatı Yunan Edebiyatı fakat dili
Türkçe olan bir Bizans Kültürü muhayyilesine sahiptir. Ona göre bütün
medeniyet, insaniyet, şiir ve musiki hayatı Yunan Medeniyetinden
çıkmıştır.
TUHAF BİR ZULÜM
Ömer Seyfettin bu hikayesinde Gaspadin, Mülki idare
mensubu ve Kaşdanov yardımıyla kendi siyasi düşüncelerini dile getirme
fırsatı yakalar. Özellikle Kaşdanov ve Müki İdare mensubu arasındaki
geçen konuşmalarda bu düşüncelerini daha belirgin olarak dile getirir.
Kaşdanov, bir Türk Diplomat ve Gaspadin Bulgaristan’
da görüşürler ve aralarında şu diyalog geçer: Gaspadin’ e göre Türkler’
den ne sosyalist olur ne de nosyonalist. Sebebini ise taassub olarak
gösterir. Gaspadin Türkler’ in taassubundan çok istifade ettiğini
belirtir. Deliorman’ a kaymakam olduğunda bir tane bile Türk olmadığını
niyetinin burayı kan dökmeden Bulgarlaştırmak olduğunu belirtir. Kasaba’
ya Makedonya’ dan sürekli muhacir getirip onlara ikamet vererek domuz
besiciliği yapmalarını sağlamış. Bir süre sonra, Türkler gelip durumdan
şikayetçi olmuşlardır. Domuzların çeşmelerden su içtiğini, tarlalarında
dolaştığını ulu orta sokaklarda gezdiğini söylediler. Gaspadin‘ de
onlara hürriyetten, hayvan haklarından domuzunda Allah’ ın yarattığı bir
hayvan olduğundan bahsedip Türkleri başından gönderdi. Domuz düşmanı
olan Türkler yavaş yavaş evlerini, tarlalarını satıp İstanbul’ a göç
ettiler. Gaspadin’ de Türkler’ in sattığı yerleri satın alıp Makedonya’
dan muhacie getirmeye devam etti. Hikayenin kahramanı Türk diplomat bu
olayı dinleyince Gaspadin’ e karşı olan tavrını ortaya koyar.
3.KİTABIN ANA FİKRİ : Ömer Seyfettin’in Yüksek
Ökçeler kitabı küçük hikayelerden ve bir de küçük bir piyesten oluşur.
Hikayelere genel olarak bakıldığında ağırlıkta olan temanın sevgi ve aşk
olgusu olduğu söylenebilir. Ancak Ömer Seyfettin hikayelerinde (Yüksek
Ökçeler, Birden Bire, Nezle, Çirkinliğin Esrarı) aşırı yaş farkına
rağmen yapılan izdivaçların yanlışları üzerinde de sıkça durduğu gözden
kaçmamalıdır. Ancak bu hikayeler arasında Ömer Seyfettin’in siyasi
düşüncelerini dile getirdiği Tuhaf Bir Zulüm adlı hikayesi farklı bir
temada işlenen bir hikaye olarak göze çarpar. Piyes te yine karşılıklı
sevgiyi dile getiren Ömer Seyfettin bu kez bu olayı dramatik bir halden
çıkartıp komedi tarzında okuyucunun gözleri önüne serer.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Hatice Hanım:Batı hayranı, bunu da her hareketi ve
özellikle giyimiyle belli eden bir kadın.Kitap ismini de bu kadının
yüksek ökçeli ayakkabılarından almıştır.
Hayranzade Şem’ i Bey : 55 yaşında yeni zengin bir patron.
Peride Hanım : Büro müdiresi.
Sermet Bey : Başkatipliğe namzet.
Niyazi Molla
Gazanfer Bey
Bican Efendi
Müstement Efendi : 45 yaşında garson dö büro.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:Kitap öncelikle ayrı
ayrı hikayelerden oluşmuştur.Kitabın bu şekilde yazılması kitabı sıkıcı
olmaktan uzaklaştırmış,ilgi çekici bir hale getirmiştir.Ayrıca kitaptaki
karakter analizleri de oldukça iyidir.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
ÖMER SEYFETTİN
28 Şubat 1884 tarihinde Gönen’de doğdu. Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık’ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye devam etti. Eyüp’teki Baytar Rüşdiyesi’ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi’sine yazıldı (1893). Bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi’ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye gelen Ömer Seyfettin, piyade mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu. İzmir’de Teğmen (1903-1910), daha sonra da üsteğmen olarak Rumeli’de görev yaptı (1908-1910). Askerlik’ten ayrılıp Selanik’e gelerek, Genç Kalemler Dergisi’nde yazmaya başladı. Balkan Savaşı’nda tekrar subay olarak orduya döndü. Yunanlılar’ın elinde bir yıl kadar esir kaldı. Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul’a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da öldü
28 Şubat 1884 tarihinde Gönen’de doğdu. Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık’ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye devam etti. Eyüp’teki Baytar Rüşdiyesi’ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi’sine yazıldı (1893). Bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi’ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye gelen Ömer Seyfettin, piyade mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu. İzmir’de Teğmen (1903-1910), daha sonra da üsteğmen olarak Rumeli’de görev yaptı (1908-1910). Askerlik’ten ayrılıp Selanik’e gelerek, Genç Kalemler Dergisi’nde yazmaya başladı. Balkan Savaşı’nda tekrar subay olarak orduya döndü. Yunanlılar’ın elinde bir yıl kadar esir kaldı. Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul’a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da öldü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder