KİTABIN BÖLÜMLERİ :
1 NCİ CİLT 1881-1919 DÖNEMİ
2 NCİ CİLT 1919-1922 DÖNEMİ
3 NCÜ CİLT 1922-1938 DÖNEMİ
KİTABIN BÖLÜM BÖLÜM ÖZETİ :
CİLT 1 1881-1919 DÖNEMİ:
Üç çocuğunun peş peşe ölmesinden sonra Zübeyde’nin
hasretle beklediği sarı saçlı mavi gözlü Mustafa bazı kaynaklara göre
1880 bazı kaynaklara göre 1881 yılında SELANİK’te bir Müslüman Mahallesi
olan Ahmet Subaşı da dünyaya geldi.
Mustafa’nın dünyaya geldiği sırada
babası Ali Rıza Efendi kereste tüccarlığı yapıyordu. Ali Rıza Efendinin
işleri ileride Rum eşkiyası yüzünden bozulmuştu. Ali Rıza Efendinin
işlerini yürütememesi kendisini moral ve fizik bakımından çökertti ve
Ali Rıza Efendi 47 yaşında hayata veda etti. Ali Rıza Efendi öldüğünde
Mustafa 7 yaşında ve evin tek erkeğiydi.
Okul zamanı geldiğinde Mustafa ilk önce annesinin
gönlü olsun diye mahalle mektebine daha sonra babasının ustalıklı bir
manevrasıyla Şemsi Efendi okuluna kaydedildi. Bu okulda 1891 yılına
kadar okudu. Daha sonra, babasının ölümü üzerine dayısı tarafından
çiftliğe götürüldü. Çiftlikte okul olmayınca ve Mustafa’nın eğitimi
aksayınca, Mustafa Selanik’e teyzesinin yanına gönderilerek Mülkiye
Rüştiyesine yazıldı. Fakat hocalarla olan anlaşmazlığı yüzünden okulu
bıraktı ve annesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen Askeri Rüştiyeye
girdi.
Mustafa rüştiyeyi çok sevmişti. Derslerinde
başarılıydı ve hocaları çok iyiydi. Bir süre sonra Matematik hocası Yzb.
Mustafa Efendi Mustafa’ya bütün dünyanın ilerde öğreneceği bir isim
hediye etti:Kemal! O günden sonra Mustafa adı Mustafa Kemal olacaktı.
Mustafa Kemal Rüştiyede iken annesi yeniden evlendi
ve Mustafa Kemal bu evliliğe olumlu bakmadı. Bu yüzden evi terk edip
uzak akrabaları Rukiye Hanım’ın yanına sığındı.
Mustafa Kemal doğduğu şehir Selanik’ten tahsil için
ilk kez ayrılarak Manastır İdadisine gitti. Burada Ömer Naci ile
kendisine etkileri olan dostlukları oldu.
Ömer Naci Manastır idadisinde Mustafa Kemal’i yakın arkadaşı idi ve O’na edebiyat ve hitabet aşkını aşıladı.
Manastır idadisi 1898 yılında bitirdi ve 1899 yılında
İstanbulda bir Harbiye’li oldu. Harbiye’deki kitapsızlığın ve
bilgisizliğin Mustafa Kemal nesli üzerinde şu tepkisi oluyordu ki
yokluklar ve yetersizlikler onların yetişme öğrenme ve düşünme
ihtirasını kamçılıyordu.
Mustafa Kemal 10 Şubat 1902’de 21 yaşında Teğmen
olarak Harbiye’yi bitirdi. Dokuz yıl önce çiftlikte çalışırken kafasında
yaşattığı hayal gerçek oldu.
Mustafa Kemal’i okulu bitirdikten sonra kıtaya
göndermediler, kurmay sınıfına ayırdılar. Erkan-i Harbiye’de sadece
dersleriyle alakadar olmaz aynı zamanda memleket meseleleri ve siyasi
bilgiler ile de alakadar olurdu. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905’te akademiyi
bitirdi. Çıkarttığı gazete ve arkadaşlarıyla yaptıkları gizli
toplantılar sebebiyle Suriye’ye gönderildi.
Suriye’de 25 nci ve 30 ncu Süvari Alaylarında staj
gördüler ve kumandaya hiç karıştırılmadılar. Burada arkadaşları Dr.
Mustafa ve Müfit ile “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurdular.
Mustafa Kemal Suriye’de çok sıkılıyordu. Vatanı
kurtarmak için Suriye’den gitmesi gerektiğine inanıyordu. Bunun için
Şükrü Paşaya fikirlerini belirten bir mektup yazdı. Kendisini Selanik’e
aldırmasını istedi. Paşadan yumuşak bir cevap gelince Yafa’dan bir
yabancı vapura binerek kaçtı. Sonrada Pire’den Selanik’e geçti. O şimdi
bir kıta kaçağı ve memleketine ayak basmaması istenen bir kıta
sürgünüdür. 4 ay kadar Selanik’te kaldı kendini “Vatan ve Hürriyet
Cemiyeti”ni “İttihat ve Terakki” cemiyeti içinde buldu ve 25 Ekim
1907’de cemiyete dahil oldu.
Üçüncü ordu padişahın sürekli endişe duyduğu bir birlikti. Avrupa’ya yakındı ve Subayların yabancılarla teması kolaydı.
Mustafa Kemalin buradaki hayatı Selanik – Üsküp hattı
üzerinde seyahatler, Selanik’te İhtilalci İttihat ve Terakki Cemiyeti
içindeki faaliyetler ve ordu kurmayındaki resmi görevleriyle geçer.
Cemiyetin idarecileri ile arası pek iyi gitmedi.
Fikirleri yüzünden Enver Bey tarafından geri plana itildi. İhtilal
olupta meşrutiyet ilan edildiğinde Mustafa Kemal’in adı hiç duyulmadı.
Mustafa Kemal Cemiyetle meşgul olan Subayların ya
orduyu bırakmalarını ya cemiyetten büsbütün ayrılmalarını istiyordu.
Toplantılarda: “Asıl mesele şimdi başlıyor. Asıl mesele ihtilalden
sonraki meseledir. Geceler çok şeylere gebe. Ufuklarda tehlike bulutları
görüyorum. Hele ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Ordu
kışlasına ve siyasetçi siyaset meydanına. Halbuki bizimkiler ?…”
demekteydi. Bu sözler cemiyet çevresinde tepkilere yol açtı. Ona karşı
şüphe ve güvensizlik arttı.
Fakat Cemiyetin sivil lideri Talat Bey Mustafa
Kemal’e güvenmekte ve ondan hizmet istemekteydi. Osmanlı Afrika’sını
temsil eden Trablus’ta durum iyi değildi, ve oraya gönderildi. Burası
bir sürgün yeriydi. Fakat sürgün yeri iyi seçilmişti. Bu onun için hem
çile, hem imtihandı. Mustafa Kemal Trablus’ta görevini bitirdiğinde
İtalyan uşakları dize getirilmiş, devletin otoritesi sağlanmış ve
itibarı iade edilmişti.
Meşrutiyete karşı ilk ayaklanma 31 Mart 1909’da
patladı. 15 Nisan 1909’da Selanik’ten hareket eden Hareket Ordusu isyanı
bastırdı; padişahı tahttan indirdi ve yerine Reşat isimli Şehzadeyi
geçirdi. 13 Nisan irtica hareketleriyle beraber Adana ve çevresinde
başlayan Ermeni karışıklıklarını da bastırıldı.
1 Ekim 1911’de İtalyanlar Trablus’u abluka altına
aldıklarında Enver Bey, Mustafa Kemal ve diğerleri sivil olarak
Trablus’a gitti. Ancak gönüllü cepheleri oluşturarak çarpıştılar. Uşi
anlaşmasının imzalanması ile tekrar İstanbul’a döndüler.
Balkan Harbi Mustafa Kemal’in Selanik’te iken
savunduğu fakat ittihat ve terakkinin bilhassa Enver Bey’in hoş
görmediği fikirlerin doğruluğunu ne yazık ki ispatladı.
Balkan Harbinden 13 Ay sonra Enver Paşa, Talat Bey,
Mebusan Reisi Halil Bey ve Sadrazam Sait Halim Paşa padişaha bile haber
vermeden Almanlar ile ittifak yaptılar. Daha sonra iki Alman zırhlısının
boğaza demirlemesi ve bunlara Türkçe isimler verilerek Rus limanlarının
bombardıman etmesi ile Osmanlı İmparatorluğu fiilen Birinci Dünya
Harbine girdi.
Mustafa Kemal bu sırada Sofya Ateşe Militerliğindeydi ve kendisine vatana ve cepheye dönme yolu görünmüştü.
Mustafa Kemal Çanakkale cephesinde ilk savaşlarını
yürüttü; tarihte eşi az görülen bir kan ve ateş imtihanından geçerek,
kahraman bir savaşçı üstün bir kumandan olarak belirdi.
Çanakkale’de görevini tamamlayıp oradan ayrılan
Mustafa Kemal, o kanlı sırtlar üzerinden kopup İstanbul’a yönelirken
artık eski Mustafa Kemal değildi. İstanbul’a geldiğinde anlamıştı ki,
kendisine İstanbul’da yapacak iş yoktu İstanbul onun dilinden ve
düşüncelerinden anlamayacaktı.
Mustafa Kemal 13-14 Mart 1916’da Diyarbakır’a vardı. 1
Nisan 1916’da Mirlivalığa (Tuğgeneral) terfi ettirildi. Mustafa Kemal
cepheyi devraldıktan bir süre sonra, Kozma dağı bölgesinden taarruza
geçen Rus ordusu kanlı süngü savaşları ile geri püskürttüldü. Çeşitli
harekattan sonra önce Muş sonra Bitlis düşmandan geri alındı. Bir ara
aynı cephede 2 nci Ordu Kumandanlığına tayin oldu.
31 Ekim 1918’de ise Limon Van Sanders’ten Yıldırım Ordular Komutanlığını aldığı gün harbin bittiğini öğrendi.
3 Kasım 1918’de Mondros Antlaşmasının bir metnini
istedi. Anlaşma şartlarını öğrendiği günlerde bir taraftan işgal
kuvvetlerinin çıkardığı meselelerle uğraşırken diğer taraftan İzzet Paşa
ile tartışmak ve ilgi çekici muhabereler ile meşgul idi. 7 Kasım
1918’de hem 7 nci ordu hem Yıldırım Ordular Komutanlığı lağvedildi.
Mustafa Kemal vazifesiz kaldı. Bu arada İzzet Paşa, Mustafa Kemal’e o
sıralarda İstanbul’da bulunmasının uygun olacağını bildirdi ve Mustafa
Kemal Paşa İstanbul’a hareket etti. Adana treninden inipte Haydarpaşa
rıhtımına ayak basınca karşılaştığı manzara şuydu; 55 düşman gemisi
zafer bayraklarını açarak İstanbul limanına girmektedir. Ama bu manzara
karşısında, bu hava içinde, kılı bile kıpırdamadan: “Geldikleri gibi
giderler.” dedi.
1919’da Samsun ve havalisindeki yerli Rumlar, hele
İngiliz ve Fransızların gölgesinde Yunan gemilerinin İstanbul sularına
gelmelerinden, Karadeniz kıyılarında gösterişli bir şekilde
dolaşmalarından cüret alarak müdafaasız Türk halkına saldırdılar.
Halbuki Yunanlılara ve onlarla beraber işgal kuvvetlerine göre ise,
Türkler Karadeniz kıyıları ile bilhassa Samsun ve Havalisindeki Rum’lara
saldırıyordu.
1919 Nisanında işgal kuvvetleri kumandanları hükümete
bir nota vererek bu saldırıların önlenmesini istedi. Böylece hükümet
telaşa düştü ve olaylar biraz tesadüflerin fakat daha çok Mustafa Kemal
ile arkadaşlarının hesaplı hazırlıkları ile nihayet O’nun bu bölgeye 3
ncü Ordu Müfettişi olarak ve bizzat padişah ve Ferit Paşa tarafından
gönderilmesi imkanını sağladı.
Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareket etti ve Samsun’a vardı.
Bu varışını Nutkunda şöyle anlatır:
“1335 (1919) senesi Mayısının 19’unda Samsun’a çıktım.”
CİLT 2 1919-1922 DÖNEMİ :
Tek Adamın 2 nci cildi; 1919 Mayısının 19’unda SAMSUN
kıyısında başlayan zorlu var oluş mücadelesinin 1922 EYLÜL’ünün 9’unda
İZMİR kıyılarında zafer şarkıları ile noktalanışının öyküsüdür.
Yollar vardır meçhulün önümüze serdiği çizgilerdir.
Bu yollarda yolcu, talihinin tezgahında kendi kaderini dokur. Mustafa
Kemal’in SAMSUN’da başlayıp ERZURUM’a, SİVAS’a çıkan ve sonra ANKARA’ya,
İZMİR’e ulaşan yolculuğu da böyle bir yolculuktu. Bu yollar da O,
talihi ile boğuştu. Kaderini dokudu ve Onun kaderi bizimde kaderimiz
oldu.
Mustafa Kemal Anadolu karasına ayak bastığı ilk
günden itibaren kurtuluşun tek yolunun halkı inandırmaktan geçtiğine
inanıyordu. Ve bunun için gerek SAMSUN’da gerekse Havza ve AMASYA’da
halkın ileri gelenlerini bu işe inandırmaya çalıştı ve bu işte de büyük
ölçüde başarılı olarak mücadelesine başladı.
Atatürk’ün Anadolu karasında ilk önemli durağı
ERZURUM’du. Asırlardan beri ilk defa İSTANBUL dışında Anadolu’nun
bağrında ve yine onun bağrından kopup gelen bir grup vatanperver, Millet
adına bazı kararlar alıyordu. Ve bu grup 1919 Temmuzunun 23’ünde Yapı
Usta Okulunun tahta sıralarında Milletinin ebedi önderliğine getiriyordu
Mustafa Kemali. Artık Onun her adımı Milletinin adımı, her sözü
Milletinin sözü, İSTANBUL Hükümetine ve işgalci Avrupa’ya karşı her
seslenişi, Milleti adına yapılmış bir sesleniş olacaktı. Ve O her geçen
gün sesini yükseltmeye devam edecekti.
“Milli Sınırlar İçinde Vatan Bir Bütündür Bölünemez”
deniyordu ERZURUM’da, SİVAS’ta “Kuva-yı Milliyeyi amil Milli İradeye
Hakim Kılmak Esastır, Merkezi Hükümet Milli İradeye Tabi Olmalıdır.
Milli Meclis Toplanmalıdır.” Halkın doğudan yükselen sesine batıdan da
BALIKESİR, Alaşehir, Akhisar, Nazilli, DENİZLİ, Soma, BANDIRMA
yörelerinden Kuva-yı Milliyenin sesi katılıyordu.
Atatürk diyordu ki; “Umumi kaide şudur ki, genel
durumu yönetme ve yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedef
ve en yakın tehlikeye mümkün olduğu kadar yakın bulunurlar.” Bahsettiği
yer Milli Mücadelenin kalbi ANKARA idi. 27 Aralık 1919 günü ANKARA
Halkı henüz 38 yaşındaki genç önderlerini sonsuz bir güvenle bağırlarına
basıyordu. ANKARA’lıların coşkusu 23 NİSAN 1920 günü daha da artacaktı.
Çünkü artık söz Milletindi. Bundan sonra Millet kendi adına konuşacak
olanı kendisi seçecekti. 23 Nisan 1920 günü Mustafa Kemal’in deyimiyle
“Hakikatlerin En Büyüğü” olan TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ açıldı. TBMM
demek halkın sesi demekti, halkın nefesi demekti ve halk sessizliğini
TBMM ile bozacaktı. Yüzyıllardan beri kendisini savaşma aracı olarak
kullanan Osmanlı Hanedanına yeter diyecekti. Onun savaşı artık ne
Osmanlı Hanedanına ganimet kazandırmak için ne de bilinmeyen duyulmayan
ülkeler’de macera aramak için değildi. O artık sadece ülkesini işgal
eden batı dünyasına karşı namusunu kurtarmak için savaşacaktı. Önce
İstanbul Hükümeti parmağı ile çıkartılan 60 yakın irili ufaklı isyan
bastırıldı birer birer. Bu isyanların bastırılması demek zaten tükenmek
üzere olan Osmanlının sonu demekti, zira o son kozlarını oynuyordu
Anadolu üzerinde ve yıkılış onun için kaçınılmazdı artık.
Şimdi sıra, İngiliz güdümünde olan ve kendi hesabına
göre çok kolay görünen Anadolu’nun işgali için sonu gelmez bir maceraya
atılan ve Anadolu bozkırında yenilmeye mahkum Yunan Ordusuna geldi.
Mustafa Kemal için askerlik bir sanattı. Mustafa
Kemal kendine bu sanatı seçmişti. Kendini askerliğe vermişti ama savaşı
seven, savaşı arayan bir kişi değildi. Günlük hayatında ve anılarında
savaşı hiçbir zaman özlemedi..
1 nci ve 2 nci İnönü Muharebeleri ile sadece düşman
değil, Milletinin makus talihi de yenilmiş oldu. Daha sonra tarihin en
uzun meydan muharebesinde Başkomutan sıfatıyla Sakarya da “Hattı Müdafaa
Yoktur, Sathı Müdafaa vardır. O Satıh Bütün Vatandır.” diyerek hem harp
tarihine dehasını altın harflerle yazdırıyor, hem de Yunan
Kuvvetlerinin Anadolu bozkırında giriştikleri bu maceranın onlar için
nedenli acı bir yenilgiyle noktalanacağının adeta işaretlerini veriyordu
Başkomutan Mustafa Kemal. Sakarya Zaferinden sonra bir yıl gibi uzun
bir süre hazırlık yapan ordumuz nihayet Yunan Kuvvetlerini Anadolu’dan
atmaya hazırdı. Biliyordu ki artık nihai zafer çok yakındı. 26 Ağustos
sabahı Atasından aldığı “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri” emri
ile Türk Orduları coşkun bir sel gibi Yunan Ordusunu öne katarak İZMİR’e
kadar aktı.
Mustafa Kemal emir komuta ettiği ordusuyla Avrupayı
dize getirdi. Yaptığı tarihi bütün dünya tarih kitaplarına yazdı. Çünkü
mensubu olduğu milletin tarihi dünyanın sahip olduğu en değerli
varlıktı.
CİLT-3 1922-1938 DÖNEMİ :
1922’de muharebe meydanında biten Milli Mücadele,
aslında yeni ve zorlu başka bir mücadeleyi başlattı. Silahını bırakan
Gazi Mustafa Kemal’in yolunun üzerinde artık bir sıra aksiyon, fikir ve
yeni kuruluşlar vardı.
Savaşın bitmesini müteakip harbin galipleri bu
milletin ters giden tarihini yendiğini masa başında da kabul etmek
zorunda kaldılar. Artık Milletten kopmuş, çağın gereklerinden uzak,
çürümüş bir gövdenin suyu geçmiş dalcıkları haline gelen gölge saltanat
müessesesine ve onun uzantısı olan hilafete son verme zamanı gelmişti.
Söz artık milletin olacaktı ve milletin olmalıydı. Yakın arkadaşlarının
dahi endişelerine ve yer yer karşı koymalarına rağmen Mustafa Kemal
saltanatı kaldırdı ve halifelik müessesesinin bir gölgeden ibaret
olmasını sağladı. Çok geçmeden de hilafete son verdi.
Barışı kazanmak, savaşı kazanmak kadar önemliydi.
Yeni Türkiye’nin Lozan Antlaşması da bu değerde idi. Lozan’da büyük bir
mücadele verildi ve asırlık hesaplar görüldü. Çünkü yeni kurulan devlet
Osmanlı İmparatorluğunun bütün hesaplarını tasfiyesine muhatap tutuldu.
Ama yeni Türkiye mirasçı ve herhangi bir devletin devamı değildi. İtilaf
devletlerinin şuursuz istekleri ustaca savuşturuldu ve Türkiye Lozan’da
çok önemli bir zafere imza attı.
Yeni bir çocuk doğmuştu ve bu çocuğun adı konmalı
idi. Hakimiyeti Milliye kayıtsız şartsız milletin olduğuna göre bu
çocuğun adı Cumhuriyet olmalı idi. 29 Ekim 1923’de TBMM’de yapılan
oylamada yeni kurulan devletin yönetim şekli Cumhuriyet olarak kabul
edildi.
Gazi Mustafa Kemal’in ikinci meclisi açış nutkunda
“Devlet şeklinin tekamülü ve demokrasinin kuruluşu ile çağdaş
müesseselerin meydana getirilmesi” hedeflerinden ilki gerçekleşmiş, sıra
ikinciye gelmişti. Hilafetin kaldırılması ile bu yeniliklere başlandı.
Fakat laikliğe gidişte en büyük adım olan bu inkılap yakın
arkadaşlarının dahi daha kesin çizgilerle kendisine cephe almasına neden
oldu. Başarılı olan her ihtilalden sonra ihtilâlci kadronun kendi
içerisinde parçalanması gibi, Milli Mücadeleyi yapan kadroda bu
parçalanmada nasibini aldı. Önderlik mücadelesi yapan kimseler özellikle
hilafete olan bağlılığı kullanarak uzun yıllar boyunca Mustafa Kemal’i
yıpratmaya çalıştılar.
Doğuda “Dini kurtarmak ve halifeliği yeniden kurmak”
adına Şeyh Sait tarafından çıkartılan isyan, memleketi en zayıf yerinden
vurdu ve hızla yayıldı. Mustafa Kemal “ Takrir-i sükun “ yasasını
çıkarttı ve isyan bastırıldı. Sorumlular istiklal mahkemesine verilerek
cezalandırıldı. Yeni kurulan Cumhuriyet altı ok diye adlandırılan şu
temel ilkeler üzerine inşa edilmeye başlandı:
Cumhuriyetçilik,Milliyetçilik, Halkçılık,Devletçilik,Laiklik ve
İnkılapçılık.
Batılılaşmak adına yaptığı inkılaplardan en cüretlisi
şapka inkılabıydı. Çünkü, o zamanki anlayışa göre şapka Hıristiyanlığın
ve gavurluğun bir işareti sayılıyordu ve bu kökleşmiş duygulara yapılan
hareket menfi reaksiyonlara en müsait hareketti. Şapka inkılabını hukuk
alanında yaptığı yenilikler, medeni kanun ve tevhid-i tedrisat kanunu
takip etti.
Değişimi kaldıramayan şer ve kıskançlık güçleri onu
İzmir’de öldürmek için pusu kurdular ama kurdukları tezgah kendilerini
Yunanistan’a kaçıracak olan motorcu tarafından emniyete bildirildi.
Sorumlular belirlendi ve mahkemece yargılandılar. Yargılananlar arasında
Terakkiperver Fırka yöneticileri ve milli mücadelenin önemli simaları
da vardı.
Daha sonraki yıllar milli ekonomiye geçiş ve inkılap
hareketlerinin devamı niteliğindeydi. Yeni alfabe kabul edildi ve Türk
Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu Gazinin büyük çabaları ile kuruldu.
Ulaştırma ve sanayii alanında Devletçilik İlkesi doğrultusunda büyük
atılımlar yapıldı. Dünyada ilk defa olarak 5 yıllık sanayi programları
belirlenerek uygulamaya konuldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından
sonra Mustafa Kemal’in çabası ile Fethi Okyar tarafından Serbest Fırka
bu bir demokrasiye geçme çabası idi ama başarılı olamadı ve parti
kendisini lağv etti.
Atatürk’ün son yıllarında HATAY onun büyük
davalarından biri oldu. Hastalıktan bitkin düştüğü anlarda bile bu konu
ile ilgilendi. Fakat sağlığında HATAY’ın Anavatana katılışını göremedi.
Bir karaciğer yetersizliğinin ilk belirtileri 1937
yılı içerisinde meydana geldi. Hastalık önce yanlış teşhis edildi ve
yanlış uygulamalarla vakit kaybedildi. Sonrasında ise geç kalınmıştı.
Mustafa Kemal’in şahsında çağımız bir büyük adam
yetiştirmiş ve onun ölümü ile yalnız TÜRKİYE değil dünya bir büyük
evladını kaybetmiştir.
Bükreş eski Metropolitinin dediği gibi;
“Onun ölümünden sonra dünya artık eskisi kadar enteresan değildir.”
SONUÇ :
A. KİTABIN ANA FİKRİ :
Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı, eserleri, Türk ve Dünya Tarihi üzerindeki etkileri anlatılmakta.
B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :
Atatürk ve kurduğu Cumhuriyetin daha iyi ve doğru olarak anlaşılmasını sağlamıştır.
C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :
Kitap; sade, her kesimden insanın kolayca anlayabileceği ve inkılap tarihimizi öğrenebileceği şekilde kaleme alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder